12 Ağustos 2008 Salı

:)


merhabalar gonul dostlarım bugun sızlerle begendıgım bır röportajı paylaşmak istiyorum.bence cok içten bir röportaj olmuş.aysenur yazıcıyı tanımayanlar için bence çok açıklayıcı bır röportaj sizinle paylasmak istedim.

 Yeryüzünde hala iyilik var...


Ayşenur Yazıcı 1958 yılında dünyaya geldi. Fransa'nın Lyon Rhone akademisinde üniversite eğitimini tamamladı. Kozmetoloji ve sahne sinema sanatları eğitimi aldı.

1983 Yılında İzmir TRT de çalışmaya devam ederken Christian Dior firmasının Türkiye temsilciliğinde 5 yıl teknik müdür ve eğitmen olarak görev aldı. Printemps Mağazalarının reklâm, animasyon ve halkla ilişiler müdürlüğü görevinde bulundu. 1990 Yılından beri özel televizyonlarda spiker olarak çalışıyor, programlar yapıyor. Bu meslekte 50'den fazla ödülü var. Türk Dil Kurumu tarafından en büyük unvan olan "Türkçeyi en iyi kullanan spiker" ödülüne layık görüldü.

Zülfü Livaneli'nin Şahmeran filminde dünyaca ünlü makyör Serge Mentelet ile beraber çalıştı. 1990 Yılından bu yana çeşitli haftalık dergilere kozmetik yazıları, psikolojik testler hazırladı ve yayımladı, gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. Antoloji şiir yarışmasında ödül aldı…
"Ekmek Arası Hayat", "Bedriye", "Kadınlar Ağlar", "Makyajda Sihirbazlık Numaraları" , "Son 13 Gün", "Sizin Hikâyenizi Çaldım" ve "Yaşama Yetişemeyenlere Mucize Çözümler" isimli kitapları var. Son kitabı “Sensin Mağara Adamı” Doğan kitap’tan ekim ayında çıkıyor ve “Andrea And” adıyla, ekim ayından itibaren yayımlanacak kitabıyla Avrupa’da okunan kadın romancılar arasına katılıyor.

Renklerle sağaltım ve yaşam üzerine etkileri, düşünce gücünün yaşamımıza etkisi üzerine üniversitelerde seminerler vermektedir. Tasavvufla ilgilenen, İngilizce ve Fransızca bilen Yazıcı bir çocuk annesidir.

www.KadinlarArasi.com : Öncelikle bu kadar çok işi nitelikli bir şekilde gerçekleştirmek olağanüstü bir yetenek olmalı. Spiker, yazar, makyaj uzmanı vd. Siz kendinizi daha çok hangisinde görüyorsunuz?

Ayşenur Yazıcı: Kendimi en çok sosyal yaşamı gözlemleyen ve yazan, aktarmak zorunda ve iyileştirmek zorunda olan insan olarak görüyorum… Yazar olarak var olmama sebep olan da haberde geçirilmiş onca yıl oldu. Yani spiker olarak hem haber hazırlayan hem röportaj yapan hem haberi hazırlayıp hem ileten insan olmak ruhen beni bir basınçla sıkıştırdı.
Mecburen yazmalıydım, bunu bir yerden boşaltmalıydım ki ruhum patlamasın.
Olağanüstü yetenek filan söz konusu değil bence. Yeteneği benden kat kat üstün nice insanlar var ki o kadar değerli ve mükemmeller ama onları olmaları gereken yerde göremiyoruz… Bir niteleme sıfatı bulmaya çalışsam aklıma “inat ve azim” den başka bir söz gelmiyor. İçine bir de “mecburiyet”i katarsanız alın size Ayşenur! Neden mecburiyet derseniz 20 yıl kadın halinizle aile reisi olmak, size, narin kadın yapısına artı görevler yüklüyor ve altından kalkamama gibi bir şık bırakmıyor hayat size.
Kim bilir belki hayatımın bir döneminde ağır hayat şartları yüzünden felç geçirmem de bundandı… İnat ettim kalkacağım dedim ve kalktım! Çünkü annem ve çocuğumun bana ihtiyacı vardı ve felçli kalma ihtimalimi silmek zorundaydım.

www.KadinlarArasi.com : Bizim ülkemizde doğru işlere imza atarak mesleğini en iyi şekilde devam ettirmek ciddi bir gayret istiyor. Siz hep aynı kaliteli çizgide kalmayı nasıl başardınız? Eminim ki sıkı bir mücadele gerektirdi, bu mücadele de kendinizi nasıl motive ettiniz?

Ayşenur Yazıcı: Şimdi burada ağzımı açıp iki kelam edeceğim ve ortalık ayaklanacak, birileri sözlerime alınacak ve bana dava filan açmaya kalkacak… Tabii ki bunca erdemsiz insan içinde çok faziletli ve kendini bilen insan da var ama “meşhur” olmak, “ünlü” olmak için kısa vadede ödenmesi gereken bedeller M.Ö’den beri değişmiyor topluluklar içinde.
Önemli olan her ünlünün “değerli” olup olmadığını sorgulayan bir sistem içinde “meşhur” olmuş olabilmek. Ama maddi yaşamın insanı öğüttüğü bir sistemde nasıl olursa olsun bir şekilde ünlü (!) olmak ve hayatı kısa yoldan kolay vitesine almak önemli hale geldi. Sanırım kuşaklar arası en büyük ayrım da bu oldu. Sözün senet sayıldığı bir yaşam şeklinden, devleti soyana “helal olsun adama” denilen bir aşamaya gelindiğinde; insan donup kalıveriyor.
Seçim sizin. Kimsenin yedek kadını olmadan, mevkisinde kral olanların dileklerine he deyip arkanızdan kimin ne dediğine aldırış etmeden yaşamak ve paraya boğulmak da bir seçim… Çalışıp, kendi üstüne bir tane daha kendinden ilave ederek ilerlemek ve yılmadan azla yetinip, çok şerefle başını gece yastığa koyar koymaz huzurla uyuyabilecek bir hayat kurmak da bir seçim…
Ben uyurken başımı yastığa bebekler gibi koyup rahat uyuyorum. Vicdanen ne anama, ne oğluma, ne devlete, ne öbür taraftaki ruhani ortama suçlu götürecek bir şeyim yok.
Ne kadar rızık varsa onu kutsayarak tüketmek, birilerine boyun borcu olmadan ama eksik olsun yaşayabilmek beni incitmiyor. 26 yıldır çalışıyorum yeni ev sahibi olabildim. (Hatta babam yarısını karşılamasaydı hala kiradaydım.) Elinde var olanla mutlu olmak kadar güzel bir şey yok… Daha fazlası olabilir miydi? Evet! Benim de bilmem ne konaklarında üç katlı villam, son model arabam, bir yazlığım, dolabımda marka elbiselerim, bankada çalışmadan hayat boyu beni idare edecek birikimim olabilirdi. Bedeller bana ve yaşam bakışıma aykırı. Böyle de mutluyum ve zenginim.
Anlatmak istediğim, paradan başka hiçbir şeyi olmayanlardan olmak istemedim… Çünkü paradan başka bir şeyi olmayanlar, dünyanın en fakir insanları, en acınası, en garip hayat onlarınki… Hem paranın gücüne, hem de erdemli, merhametli duruşa sahip o kadar az sayıda ruh var ki. Ne garip bir sahip olma şeklidir ki bu, ikisi birbirini iter durur. Beraber yaşatmak bu kadar mı zor?

ww.KadinlarArasi.com : Kısa bir süre öncesine kadar tv ekranlarındaydınız, sanırım ara verme ihtiyacınız oldu. (Ara vermedim TRT de ademler ve Havvalar adlı süper bir psikolojik yaklaşım dersleri içerikli program yaptım)Ve bu ara verişe bir protesto ile başladınız. Bundan biraz bahsetmenizi istiyorum. Neden ve nasıl bir eylemle tepkinizi ortaya koydunuz ve bu nasıl bir tepki aldı. Yeterli desteği gördünüz mü? Sizi nasıl etkiledi?

Ayşenur Yazıcı: Medya patronlarının her programı izlememesinin bedelini ödettiler programıma. Oysa 5 ay içinde bu programa içinde insan hakları ve kadın eğitimine katkıdan dolayı 2 ödül verilmişti… Başından beri hem hukuksal hem psikolojik danışmanlarıyla yola çıkan tek benim programımdı! Kimseye ne yargıç oldum ne polis. Sadece sosyal hayatta izlenebilecek yollar ve hukuksal hakları konusunda bilgi aktardım ve gelen her mağdura mutlaka bir “çözüm” bulup kendimi iyi hissettiğim bir yapımdı. Bu programda ne kimse öldürüldü, ne yaralama ne bir saldırı oldu. Sadece benzeri tarzda programlarda ipin ucu kaçırıldığından, medyada toplu bir recm başlatıldı ve sadece ben yaralandım!
Taksim’de eylem yapmak için izinlerimi aldım ve ağzımı bantlayıp oturma eylemi yaptım.
Dünyanın düşünebildiğiniz en itibarlı TV' leri protestom ile ilgili özel röportajlar yapmaya geldiler, kadın sorunlarına Türkiye’nin bu yasakçı yaklaşımını gözlerken benden başka direnen olmadığını hakkını arayan olmadığını çektiler.
Amerika’dan 6 kişilik bir ekip gelip evimde (Nurettin Sözen’in yardımları ve hassas yaklaşımı sayesinde)TBMM’ye verdiğim soru önergesiyle ilgili çekim yaptı. Fransa’da Lille şehrinden bir üniversite öğrencisi yaşananları tezi olarak hazırladı, Le Monde ekinde bana 2 tam sayfa ayrıldı vs vs…
Medya, bu tavrıyla sorunların konuşulmasını engellemek, problemi halı altına süpürmekle nasıl büyük bir kaos hazırladıklarının farkında bile değillerdi.
Önemli olan “sunucunun donanımı ve yaklaşım şekli”dir. İstenirse gayet güzel sorun konuşulur, çözüm yolları hukuksal yollar işaret edilir ve hak sağlanabilir. Ama Ne kadar duygusal sömürü yaparsa o kadar reyting alan sunucu ve programcılar, o oranda para kazandıklarından işin cılkı çıkmıştı ve seyirciye “yol” işaret etmekten çıkmış, dram saati izlettirmeye kadar varmıştı iş…
Farklıydım, farklıyım ve yolumdan ayrılmayacak kadar erdemli ve vicdanlıyım.
Dilerdim armutla beni aynı sepete koymasınlar...
TBMM ye verilen 20 ye yakın öneri ve çözüm maddelerinden çoğu zamanla kadın ve aileden sorumlu bakanlık tarafından hizmete uygulanır hale getirildi ama kimse de çıkıp “sağ ol Ayşenur” filan demedi. Olsun! Bir adım daha ileri olmaya katkım olsun da bu da bana yeter.
Mesela alo kadın hattının (mesaisinin )saat 17:00 den itibaren hizmete kapalı olması demek, peşinden öldürmek üzere gelen birini ihbar edemeyen kadına direkt ölüm demekti…

www.KadinlarArasi.com : Şu anda tv programlarında yaşanan kalite sorununu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kolaycı bir toplum olarak bize sunulanı hiç reaksiyon göstermeden alıyoruz. Diğer tarafta çok da hoşnut değiliz aslında bize sunulanlardan. Tabii bu bir denge konusu. Bu aşamada program yapımcılarını ve izleyicileri nasıl görüyorsunuz?

Ayşenur Yazıcı: Şu an gayet iyi bilgilendirici ve eğlendirici şıkları beraber barındıran programlar da var, işi sadece dedikodu ve insan rezaletleri üzerine kurup reyting alan da…
İzleyici bir garip! Hem yakınıyor hem seyrediyor. İçinde ilkel insan halleri olan her program dünyanın her yerinde reyting alır. Bu bir gerçek! Hayrete düşmek, aman Allah’ım demek, “duydun mu” deyip komşusuna anormal olan ne ise onu anlatmak sosyal iletişimin bir tarzı haline geldi. İzleyici, yeni yeni ruhunun kirlendiğini fark etti, farklı ama enteresan program arıyor. Bulduğunda o kargaşaya bir daha dönmemek için, ruh yorgunu olduğunu biliyor… İş ki birileri “iyi” bir şey yapsın! Reyting gözetmeden bir süre yayımlansa kemik izleyicisi oluşacak ve kafa çırpan diğerleri yavaşça silinecektir. Burada Medya program müdürlerine ciddi vicdani bir görev düşüyor. Çünkü sosyal anlamda ciddi bir deformasyon ve stres aktarıcı olmaya başladı Tv ler.
Düşünsenize RTÜK bir araştırma (anket) yapıyor. En çok izlediğiniz program nedir sorusuna X diye cevap veriyor 10.000 kişinin %40’ı.
Bir başka soru: Hiç sevmediğiniz ve sinir olduğunuz halde seyrettiğiniz program hangisidir? Şeklinde. Buna verilen %40 cevap da “ayni X programını” söylüyor. Bu izleyiciyi ben anlamıyorum…Sevmiyorsan niye seyrediyorsun?

www.KadinlarArasi.com : 4 Ağustos’ ta başlayan "Kırık Kalpler Kulübü" programıyla tekrar tv ekranlarındasınız. Nasıl bir program, hedefler neler programla ilgili, başka projeler var mı tv ile ilgili?

Ayşenur Yazıcı: “Kırık Kalpler Kulübü” yaşam içinde bir şekilde baş edemediği bir durumda kalakalmış insanlara, hukuksal, maddesel ve psikolojik yardım içeren bir sosyal yardım programı. Nedense herkes kalbin sadece “aşk” yüzünden kırılacağını sandığından “Ayşenur barıştırma veya evlilik programına mı başlıyorsun?” diye soru yağmuruna tuttu beni.Oysa tanıtımlarda numarayı verip “bizi arayın elinizden tutalım” derken nerelerde yardımcı olacağımızı anlatıyoruz gayet net…
Eğitimi yarım kalmış bit yoksul öğrenciye üniversiteyi bitirmesine yardım edecek birini bulabileceğimiz gibi, çocuğu hasta bir yoksulun da hastane ve ev bakımını üstlenecek sponsorlarımız var… Manevi çöküntüden tutun da elleri kopmuş bir marangoza protez yapmaya kadar her türlü imdat çağrısını değerlendiriyor ekibimiz…
Hedef tek: Yeryüzünde hala iyilik var, merhamet var, vefa var… İnanın var. Bunu hatırlatmak ve beraber sızlanmak yerine beraber bir sorunu çözüp, bir hayatı kurtarıp sevinci ve merhaleleri paylaşmak çok güzel olacak.

www.KadinlarArasi.com : Siz aynı zamanda “makyaj” konusunda da uzmansınız. Kadınlar makyaj yapmayı biliyorlar mı? Yoksa sadece boyanıyorlar mı? Mutlaka gözlemleriniz vardır.

Ayşenur Yazıcı: Sahne sinema makyajı eğitimim var ama günlük makyajdan farklı olduğu noktalar, sadece ürün yapı seçiminde ve sedef kullanımında oluyor. Gölgeler ışık oyunları teknik olarak aynı esaslar üzerinde. Bunu Makyajda Sihirbazlık Numaraları adlı kitabımda anlattım. En basit haliyle, ev kadınının da anlayabileceği uygulayabileceği şekilde...
Türk kadınının kemik yapısı Asya kadını olduğundan çok mat ve girinti çıkıntıları üzerinde güzel gölge oyunları yapılabiliyor. Kadınlarımız süsü de seviyor ancak cüret konusunda biraz tutuklar kanımca. Yeni nesil daha canlı ve vurucu süsleri benimsiyor ancak kırmızı bir ruju Türk kadınına kolay satamayacağınızı bilmelisiniz. O, silik süsü seviyor. Göze pek batmadan süslenmek. Her ne kadar ikisi tezat iki iş gibi görünse de geleneklerin dışındaki süslere çekinerek yaklaşıyor.
Bence makyaj konusunda gayet güzel becerileri var. Önemsemedikleri konu cilt ve beden bakımı… Görünen yerleri süsleyip görünmeyen yerleri es geçmek biraz tembellikten, biraz da göstermeye kendini önemsemekten daha yatkın olmalarından…
Göz içine siyah kalem çekip, yanağına leke gibi kahverengi bir allık sürmeyi “makyaj yapmak” olarak algılayan kadınlar azalıyor. Şanslılar o kadar çok dergi ve programlarda gördükleri görsel bombardıman var ki…

www.KadinlarArasi.com : Bir kadının yaşamında makyajın önemi ne sizce? Doğru/yanlış makyaj imajı nasıl etkiliyor ve kısa kısa püf noktaları var mı iletebileceğiniz?

Ayşenur Yazıcı: (Bu soruya 100 sayfa yazsam cevap yine de yetersiz kalır. Kitabı okumalılar :)

www.KadınlarArasi.com: Geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirilen bir organizasyonda sizi görme ve dinleme fırsatım oldu. Gerçekten çok güzel ve çok hoş bir insansınız. Fiziğiniz, samimi davranışlarınız… Bunun mutlaka bir sırrı hatta birkaç sırrı vardır Size verilenleri nasıl besleyerek bu kadar güzel ve hoş kalabiliyorsunuz?

Ayşenur Yazıcı: Teşekkür ederim. Kendime bakıyorum. Bakmazsam, ekmeğimi kazandığım ve (akıla, bilgiye bakan yok) görselliği ağırlıkta olan işimi “önemsemez” duruma düşmek istemiyorum. Ama bunun için ağzımı burnumu şişirtmek, kulağımı gerdirtmek yerine kendim gibi kalarak kırışmaktan yanayım. Şimdilik :)
13 Yaşımdan beri çalışıyorum. Akvaryumcuda harçlığım için, ortaokulda Fransızca ders vererek, yine kendi isteklerimi başkalarına yük olmadan alabilmek için çalıştım. Üniversitede de çalışarak hem okudum hem yoruldum. Çektiğim çok acı şeyler de oldu. Burada bahsetmek gerekmiyor. Çocuğumu analı babalı büyütemedim. Anne hiçbir zaman babanın yerini tutamaz. Manevi desteğimiz hiç olmadı. Birçok ameliyat geçirdi doğduğundan beri. Ben seyahatte veya canlı yayında olduğum için yanında olamadığım, içimin kavrulduğu günler oldu. Annem sağ olsun hakkını ödeyemem. Dost kazıkları da yedim, tevekkülümü bırakmadan iyiyi diledim, bunların bir ders olduğunu, ruhen büyümem için gerektiğini kendime şırınga ettim her daim. Pes etmememin en büyük sebebi oğlumun varlığıydı. Ona dayandım Allah’a güvendim. Terk edildim, soyuldum, en düşük zammı bana verdiler en çalışan bendim… Kira her arttığında taşındım ve bu evimi alana kadar 13 kez ev değiştirdim. Arabamı bu sene yenileyeceğim inşallah çünkü 10 yıllık oluyor emektarım.
İşte bence sır bu! İyi niyetini inancını ve çalışkanlığını hiç yitirmeden kendiyle dost kalabilmek için insanın hayata şartlar ne olursa olsun dört elle sarılmasını sadece maneviyat sağlıyor. İncitildiğimde affettim. Kendimi de beni yaralayanları da. Çünkü âşık olduğum Mesnevi’yle 17 yaşımdan beri beslenmenin bana verdiği direnç bu.
Beni besleyen hep insana, evrene, Tanrıya olan sevgi olmuş. Bunu anladım sizin sorunuza cevap verirken.

www.KadinlarArasi.com : Sizin yazarlığınızda var. Yazı yazmak bir yetenek ve beraberin de derin bir yaşam deneyimi. Kitaplarınız nasıl doğdu? Çünkü bir eserin oluşumu anne olduğunuz için diyorum, bir çocuğun doğumu gibidir.

Ayşenur Yazıcı: 1974' de liseler arası öykü ödülü aldığımda mutlu olduğumu itiraf edeyim. Küçücük aklımla edebiyata bulaşmaya kalkışmasaydım ne Milliyet’te, ne Aktüel’de, ne Posta’da yazmaya cüret edemezdim. Yazmak da spor gibi bir eylem. Kelime kaslarınız zamanla gelişiyor. Yazdığınız kadar da okursanız siz de bir yazar olmaya adım atıyorsunuz.
Ben bilgiye aç dolanan bir âdemoğluyum. Bilmek kadar güzel bir şey yok. Önce kendinizi sonra başkalarını ve en nihayetinde dünyada var oluşunuzu sorguluyor, hikâyeleri bunların malzemesiyle kurup pişiriyorsunuz. İki romanımın da edebiyat ödüllerine aday gösterilmesinin sebebi bence bu… Yaşadıklarım ve öğrendiğim okuduğum her şey romanlarda hikâyeleşiyor. Köşe yazarlığım sona erince yazmaya devam ettim ve kitaplar da böyle doğdu. Türkiye’de en çok satan kitaplar arasına giren yazılarım da var. Ama benim için Avrupa’da Türk kadını olarak var olmak kadar gurur verici bir şey yok şu an. Dilerim Osmanlı kadınının meşakkatli bir yaşamını aktardığım romanım Bedriye best seller olur ve ben anneanneme borcumu öderim.

www.KadinlarArasi.com : Az önce de ilettiğim gibi siz bir annesiniz. Anne olmak yaşamınızı, işinizi, yeteneklerinizi, kimliğinizi nasıl etkiledi?

Ayşenur Yazıcı: Anne olmak yaratmak demek… Elinizdeki “hiç”lerden dünya kurabilmek demek! Bunu tüm anneler yapar. Anne kendi etiyle bile besler çocuğunu. Bu kadar kutsal bir aşk, ne bir erkekle kadın arasında var, ne su ile güneş arasında… Habercilik hayatım boyunca ne bayram ne yılbaşı çocuğumun yanında olabildim. Bir iki istisna hariç hep işin başında kalan anne, onu anneanne ile evde bekleyen çocuk modeli oldu bizim hayatımız…
Annemin bizimle yaşaması Allahın bana verdiği en büyük lütuflardan biri. Ben evin erkeği olunca mecburen evin kadını rolü düştü kadıncağıza. Üniversiteye başladığından beri Kerem’le aynı evde yaşadığımızı hissettik. Çocuğuma karşı boynumun yarısı büküktür. Keşke babası daha sık ilgilenebilseydi de, yaşam mücadelesi içinde benim eksik bırakmak zorunda olduklarımın boşluğunu o doldurabilseydi. Bilgisayar almak için kimseye yalvarmadık mesela. Kimse de alıp getirmedi. Para kazanmazsam oğlum eksik kalacak düşüncesiyle ömrümün nerdeyse tamamı ona adanmışlıkla geçti. Ama yanında çok sık olamadım. İçim yanar…
Önce iş dememin sebebi aslında “önce Kerem” demenin bir şekliydi.
Onun için ek işler yaptım, onun için üç saat uykuyla işe gittim, ona bırakmak için kitaplar yazdım, onun geleceği için bir şeyler inşa etmeye çalıştım. Dilerim büyüyünce anlar.

www.KadinlarArasi.com : Annelikte kendinizi nasıl görüyorsunuz? Özellikle bu dönemde anne olmak yetenek değil sihirbazlık istiyor. Toplum ve aile arasında sıkışan çocuklarımız için de önemli bir mücadele iksiri gerekiyor. Oğlunuzla ilişkilerinizi nasıl dengeliyorsunuz? Bu konuda annelere önerileriniz olabilir mi?

Ayşenur Yazıcı: Oğlumla dengeleri tıpkı annemin benimle kurduğu şekilde kurdum. Başından beri ona asla yalan söylemedim. “Sana araba alacağım” dersem alırım. Alamayacağım şeyin sözünü vermem. Onun meyillerini ön plana alırım. Kendi ısrarlarımı ona yaşam şekli halinde zorlamam. Ben reklamcılık okumak istiyorum derse “senin hayatın, sen sevdiğin işi yaparsan başarılı olursun” derim. Çünkü ileride kendi hatasını ders olarak geri dönüşün ile alır. Ama benim yaptırdığım hatada hep beni suçlar. Çocukların kendi hatalarını yapmalarına izin vermekten yanayım. Tabii denetim ve kontrolü bırakmadan. Her an kollayarak ve B planını da düşünerek.
Kerem yeni nesil… Benim 50 yıl önceki, televizyonsuz ve radyodan dinlediğim hayat bakışım içerisinde ne internet vardı, ne teknolojinin böylesi, ne uzaya gidişler ne Çin malları… Onlar kendi nesillerinin kendi kurallarını ve ilgi alanlarını oluştururlarken, 50 yıl öncesinden köhnemiş bir ısrar katmam doğru değil. Kollarım, desteklerim, elimden geldiğince anlamaya ve yardımcı olmaya çalışırım. Tek ona ısrarla işlemeye çalıştığım şey merhamet, hoşgörü ve insanca erdemlice olandan şaşmamasıdır.
Bu çerçeve içinde sadece değişmez kural bu olmalı. Varsın yeni nesil düşüncelerini bu insanca bakış içinde işleme koysun. Devir onların devri ve teknik kuralları da manevi şartları da onlar kendi içlerinde onlar oluşturuyorlar ve sizin devrinizin kuralları geçersiz, köhnemiş, eskimiş kalıyor.
Çocuğu aşağılamak, sorguya çeker gibi suçlamak, eskiden yaptığı hataların defterini açıp her tökezlediğinde başına kakmak bence annelerin yapacağı en büyük hatadır. Kendine özgüvenini yitirmiş bir birey, kral da olsa çöpçü de olsa çökecektir…
Kendine güvenen çocuklar imkânları elvermeyip “çöpçü” de olsalar inanın çöpçülerin “en iyisi ve en mutlusu” oluyorlar…

www.KadinlarArasi.com : İleriki dönemler için planlarınız, projeleriniz neler?

Ayşenur Yazıcı: Uzun vadeli planlar yapılacak bir ülkede yaşamıyoruz maalesef. Siz isteseniz de, genel şartlar nereye sürüklüyorsa hayalleriniz de kırpılarak ve değişerek oralarda bir yerlere sürükleniyor. Ama yine de kitaplarımı yazacağım, Didim tarafında, merkeze çok uzak olmayan bir sahil kasabasında bahçesinde ördekler, kümes, tavuklar, civcivler, domates fideleri olan bir minik ev hayalim var.
Hani torunlar gelip de “babaanne bana tarçınlı çörek yap” diye gecenin bir vakti tutturur ya, hani siz de üşenmez kalkar pişirirsiniz…
İşte öyle bir ev içi, yukarıda anlattığım bir ev dışı hayali…
Yalnızlık konusunda korkuyorum da bir yandan:) İnsanoğlu, kendiyle barışık, hayata komik tarafından da bakabilen, şefkat ve insaniyet dolu biri olsun istiyor yanında beraber ölebilmek için. Ama yok! Benim kadar erkek olabilen, delikanlı bir erkek, hayatın onu öğütmesine karşı “kalkan-kılıç” kullanmış, huzurdan başka istediği bir şey olmayan bir erkek maalesef yeryüzünde kalmamış…:)Varsa da bana denk gelmedi. Kim bilir nerelerde şu an dolanıyor…
Televizyon konusundaysa eğer banim hayat görüşüme aykırı bir işse çalışmam söz konusu bile olamaz. Dileğim yeni başlayacağım sosyal yardım programımın, uzun yıllar umutsuz insanları yeniden hayata bağlamaya yardım etmesi. Bir de sağlık kanalında bir program yapmaya başlayacağım. Şimdilik proje aşamasında… Ruhsal sorunların fiziksel olarak bizi nasıl perişan edebildiğini anlatabilirsem, kendi kendimizi üzmekten belki vaz geçeriz…

www.KadinlarArasi.com : Aramızda olduğunuz için teşekkürler. Yeni programınız hayırlı olsun.

Ayşenur Yazıcı: Teşekkür ederim. Sizlerin de yolu açık olsun. Sevgilerle.
www.aysenuryazici.com

Hiç yorum yok: